Bursa Evden Eve Nakliyat Osmangazi Evden Eve Nakliyat Nilufer Evden Eve Nakliyat Yıldırım Evden Eve Nakliyat Büyükorhan Evden Eve Nakliyat Gemlik Evden Eve Nakliyat Gürsu Evden Eve Nakliyat Haramcık Evden Eve Nakliyat İnegöl Evden Eve Nakliyat Bursa Evden Eve Nakliyat Karacabey Evden Eve Nakliyat Keles Evden Eve Nakliyat Mudanya Evden Eve Nakliyat Kestel Evden Eve Nakliyat Mustafakemalpaşa Evden Eve Nakliyat

Erzurum escort bayan

Sitenin solunda giydirme reklamı denemesidir
Sitenin sağında bir giydirme reklam
İbrahim YILDIRIM
Köşe Yazarı
İbrahim YILDIRIM
 

OSMANLININ HİCAZ’DA SON YILLARI VE SÜRRE ALAYLARI

OSMANLININ HİCAZ’DA SON YILLARI VE SÜRRE ALAYLARI İSTİRHAMNAME Sultan 5. MehmedReşadile ilgili ayrı bir yazı yazacağım. Fakat yine ona ait son derece ilginç bir olayı burada zikrederek konuya girmem uygun olacak. O’nun dindar bir Padişah olduğu biliniyor. Son sürre Alayı 1916’da ancak Medine’ye kadar gidebilmiş, Mekke’de Şerif Hüseyin’in isyanı nedeniyle Mekke’ye girememişti. “Bugünlerde, “Taraf-ı Sultâni”den Mekke-i Mükerreme ve Medine’ye gönderilmekte olan “Sürre-i Hümayun” ulaşmış ve fevkalade bir merasimle karşılanmıştı. Sürre-i Hümayun her sene Osmanlı Padişahı ve İslam Halifesi tarafından İstanbul’dan gönderilen, Kâbe-i Muazzama’nın hususi surette imal edilmiş yeni örtüsü idi ki, bununla birlikte Medine ve Mekke ahalisi ile civar kabilelere birçok para ve kıymetli hediyeler gönderilmesi de adetti. Askeri kıt’alar tarafından Mekke-i Mükerreme yolu açılacak ve Sürre-i Hümayun Emini, elindeki emanetleri ile Mekke’ye hareket edecekti.  Dördüncü Ordu kumandanı Cemal Paşa, Sürre-i Hümayun’un mutlaka Mekke’ye ulaştırılması fikrinde idi. Bunun yarı yoldan geriye çevrilmesi, Türkiye Müslümanları üzerinde aksi tesir icra edeceğinden ve bu sebeple iktidar mevkiinde bulunan hükumet hakkında fena bir fikir hâsıl olacağından korkuluyordu. Daha birçok sebep ve amillerin tesiri altında Sürre-i Hümayun Emini,[1] uzun müddet Medine’de oturdu. Mekke yolunun açılmasını bekliyordu. Hâlbuki bu yolun ne vakit açılacağı belli olmadığı gibi, açılmak ihtimali ve emniyetle geçişin ne şekilde temin edilebileceği belli değildi. (Sürre-i Hümayun memurları daha sonra gayr-ı resmi olarak birer birer geriye dönmüşlerdir.) Sürre-i Hümayun ile beraber Halife tarafından hususi bir memuriyetle Medine’ye gönderilmiş olan bir Şeyh Efendi’nin de geldiği ve Sultan Mehmed Reşat Han tarafından Peygamberimizin mübarek makberine arz ve takdim kılınmak üzere istirhamnâmeyi hâmil bulunduğu haber alınmıştı. Şeyh Efendi’nin Bursa Nakşibendi Tarikatı şeyhlerinden bir zat olduğu ve mektubun yazılması sırasında Padişahın fevkalade müteessir ve mahzun bulundukları, mektubu teslim ederken de “Ne yapayım, ben sözümü kimseye dinletemiyorum” buyurdukları işitilmişti. [2]   İSTİRHAMNAME NEYİ İÇERİYORDU? Osmanlı Hakanı İslamın zaferini dilemekte ve eğer saltanatı döneminde ordusunun mağlup ve İslam dünyasının perişan olması mukadder ise bir an önce “ruhumun kabzolunması” için peygamberin şefaatini istemektedir.[3] Aradan yirmi ayı aşkın bir zaman geçmişti. Bir Temmuz akşamında bütün karargâh zabitanı, başta Kumandan Paşa (Fahreddin Paşa ) olmak üzere sofradalardı. Bu sırada Yâver Birinci Mülazım Şevket Bey kırmızı bir kâğıt getirip kumandan Fahreddin Paşa’ya verdi. Dikkat ettim; bu kırmızı kâğıt pek mühim ve pek mahrem şifrelerin halledilmiş, tebyiz olunmuş[4] suretlerine mahsustu. Paşa hiç kimseye bir şey söylemeyerek dikkatli dikkatli iki defa okudu. “Biraz bekleyiniz” diyerek sofradan kalktı. Makamına gitti. İki dakika sonra karargah mensupları, kışla zabitleri, menzil müstahdemini, civarda bulunan bütün zabitler resmi üniformalarıyla makamına çağrıldılar…. Hepimiz büyük bir heyecan içindeydik. Paşa gözlüğünü taktı, elindeki kırmızı kâğıdı açtı ve titrek bir sesle ağır ağır okudu. “Hakan ve Halifemiz Başkumandanımız Sultan Mehmed Reşat Han Hazretleri, müptela olduğu hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. Vahidüddin Efendi Hazretleri “Sultan Mehmed Hân-ı Sâdis” ünvanıyla “Taht-ı Hilâfet” ve “Saltanat” a cülüs buyurdular”[5] Paşa’nın odasından çıktık. Topluca yine sofraya oturduk. Hiç kimse karşısındakinin yüzüne bile bakmıyor, konuşmuyor, bütün başlar eğilmiş, düşünüyordu. …..Merhum Sultan Reşad’ın vaktiyle ettiği dua karşısında vefatının manasından ürküyorlardı. Çünkü O’nun dualarını “Medine Müdafiileri”nin hemen hepsi biliyordu. Şimdi duacı hükümdarın cennete göçmesini, Hazret-i Peygamberin türbedarları nasıl te’vil edeceklerdi ?.. Müspet bir netice bulamıyorlar, menfi neticelere bir türlü yanaşmıyorlardı. Ne yapalım, Allah’ın huzurunda duanın son kısmı kabul olunmuş, kaza ve kader böyle imiş demeğe hiç kimsenin dili varmıyordu. Paşa’dan Mülazıma kadar hepimiz dalgın odalarımıza çekildik. Bu akşam çalışmak için, resmi işlerle uğraşmak için ne lüzum ne de imkân vardı. [6] OSMANLI ALTINI İLE YAPILAN MUDARA “Medine Muhafızı ve Kumandanı Basri Paşa idi. Bu zat ben Medine Muhafızlığında Askeri kalem muhafızlığında askeri kalem subaylığına başladığım zaman, yedi seneden beri Medine’de kumandanlık yapıyordu. O çevredeki bütün Şeyh’ülMeşâyih (şeyhler şeyhi), şeyh ve kabile reislerini şahsen tanırdı. Bunlar her sene belirli ay ve günlerde Paşa’yı ziyaret ederler, sadakatlerini arz eylerler atiye ve ihsanlarını alırlardı.” “Bu ihsanlar, şeyhlere verilirken Basri Paşa beni yanına çağırırdı. Her şeyhin kabiledeki silah kuvvetine ve nüfus çokluğuna göre derecesini bilir ve atiyeleri ona göre verirdi. Bu Osmanlı Paşasının önündeki büyük kristal masanın altında biner liralık iki torba altın dururdu. Paşa kasten, bir ayağını bu binlik torbasının birisine, diğer ayağını da öteki torbanın üstüne basar ve her kımıldanışında altınlardan ses çıkartırdı. Bu durum, karşısında oturan şeyhler tarafından görülürdü.” “Şeyhlerle sohbet tamam olunca, Paşa altın torbasının birini kucağına çeker ve şeyhlerin kendisince malum olan derecelerine göre, içinden bir avuç, orta avuç, yarım avuç alarak şeyhlere dağıtırdı. Bu zatlar birer birer ayağa kalkıp keselerini alırlar ve el öperek Paşa’nın huzurundan ayrılırlardı. Ben de şeyhlere yol gösterir ve onları uğurlardım. Amma, Paşa yerinden kımıldamazdı.” “Şeyhler dağıldıktan sonra Paşa “Naci, yaz!” derdi. “Ne yazayım Paşa hazretleri?” Paşa düşünür: “Filan Şeyh’ülMeşayih idi. Ona dolu bir avuç altın verdim. Bu seksen lira tutar. Ona seksen yaz. Filan şeyh idi. Ona yarım avuç verdim. Bu da elli lira tutar.” Parmaklarının arasından altınlar taşarsa bunu bir avuç sayar ve seksen yazdırırdı. Bu esaslara göre üç parmağının ucuyla verdiği hediyenin tutarı, yirmi beş altın idi. Bu hesapla onun söylediği ve benim yazdığım pusulaları altın torbasının içine atar ve hesabı kapatırdı.” “Medine’ye İstanbul Hükumetince tayin olunan yeni Emîr[7] bu tavrı takınmadığı için Hicaz Askeri harekâtında hiçbir faydası olmadı. Yani altının Hicaz’da nasıl kullanılacağını bilemedi ve bir bilene de sormadı. Kısa zamanda Lübnan’ın yeşil dağlarına ve soğuk suları başına döndü.” “Hâlbuki isyanın gelişmesinde yegâne esas “altın” ve “erzak” idi. Hangi taraf ilk darbeyi vuruncaya kadar daha ziyade lütuf ve ihsanda bulunursa, Bedeviler o tarafa iltihak edeceklerdi. Daha sonra, Medine ahalisi ile Şimendifer hattı güzergâhındaki Araplara vagonlarla buğday, arpa vesaire verilmesi kararlaştırılmış ve hatta uzun müddet muhtelif istasyonlarda tevziat (dağıtım) yapılmış ise de, bu tedbir ancak erzak alan kabilelerin isyanlarını tehir etmiş ve “Haremeyn” arasındaki kabileler için pek geç kalınmış olduğundan bunlar açlık yüzünden çapulculuk maksadıyla hemen kâmilen âsi reislere iltihak eylemişlerdi.”[8] Nâci Şerif Kıcıman’ın bu değerlendirmesine karşın, Yeni Mekke Emiri Şerif Ali Haydar, Sadrazam Talat Paşa’ya yazdığı mektupta vaziyeti şöyle açıklamakta: “Urban[9] para hususunda pek arsız, ben bol keseden vermiyorum. Lüzumuna göre sarf ediyorum. Hüseyin’in maksadı onları idlal (saptırmak)  etmekmiş ve etmiş. Muvaffak olmuş ve pek çok sarf ediyor. Ben de diyorum ki “kim hizmet ederse ona vereceğim” kisveler giydiriyorum. Ziyafetler veriyorum. Yol uzun, bir uzaktayız. Hal ne olacak bilemiyorum. Kisve veremediğim olursa bir miktar para veriyorum. Bu suretle idare-i maslahat ediyorum. Çünkü düşündüm eğer bu kapıyı açacak olursam yanımdaki miktar ancak Medine’de sarf olunacak ve bütün Urban “para veriyor” diyerek akacak ve herkesi memnun etmek müşkül olacak. İşte bunun için tasarrufa mecbur oldum.”[10] “Kabilelerin en temel ihtiyacı gıdadır. Bizim ise yeterli erzakımız yok. Aslını sorarsanız, şehir halkının erzak ihtiyacı bile güç bela karşılanabilmektedir. Ordunun hayvanları açlıktan can çekişiyorlar ve çok az paramız var. Kâğıt paranın Hicaz’da bir karşılığı yok. Sadece altın geçiyor. Öte taraftan İngilizler cömertçe herkese altın dağıtıyorlar. Binaenaleyh bedevilere altın üzerinden ödeme yapmamız olmazsa olmazdır.”[11] “Arap kabileleri ve şeyhler arasında para çok etkili olmaktadır; Osmanlı cephelerinde savaşan askerlerine veremediği altınları çölde dağıtsa da, aynı yerlerde İngiliz altınları da dağıtılmaktadır; bu iki taraflı para akışının Osmanlı’ya bir faydasının dokunmadığı kesindir.”[12] Bundan önce 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa’nın Süveyş Kanal’ına ve oradan Mısır’a girip, Mısır Müslüman halkının da isyanı ile İngilizlere bir darbe indirme düşüncesi vardır. Gerçekte İngilizlerin Süveyş Kanalını kullanarak Hindistan’dan asker sevkiyatını önlemek ve Kanal önlerinde İngiliz askerlerini meşgul ederek, Almanların yükünü hafifletmek maksadına yönelik Almanların teklifiydi, Kanal Harekâtı. Şerif Hüseyin’in isyanından önce, üzerindeki şüpheleri dağıtmak maksadıyla “Hicaz’ın savunmasının Emâret tarafından yerine getirileceğini, binaenaleyh Mısır Seferi (Kanal harekâtı) için Hicaz fırkasının gönderilmesinde mahzur olmadığını, hatta Hicaz fırkasıyla beraber Emaret olarak da Mısır Seferine iştirak edeceğini bildirmişti.[13] Şerif Hüseyin’in Kanal Harekâtına iştirak için, 1500 gönüllü devşirmesine müsaade edilmiş, bu gönüllüler için de talep üzerine 8 bin mavzer Medine’ye gönderilmişti. Yine bu maksatla iki defa 60.000 er altın , (toplamda 120.000 altın) Cemal Paşa’nın izniyle gönderildi.[14] Şerif Hüseyin, çektiği telgrafta kendisinin Mekke’de kalmasının uygun olacağını söyleyerek, oğlu Ali Bey kumandasında bir kuvvetin Medine’ye hareket ettiğini bildirmesi, Ali Bey’in Medine’nin savunması için orada kalmasına izin istemesi de bir manevraydı. [15] Mayıs 1916’da Kudüs’teki 4. Ordu karargâhında, Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’la görüşen Cemal Paşa, bir takım istihbarat bilgileri ışığında, Onu fırçalar. Faysal “ kardeşi Ali’yi Medine’den getirip elinizi öptüreceğim” diyerek gitmesine izin ister. Esasında isyana yeltenecek olan Faysal, Cemal Paşa’nın elinden kurtulmak istemektedir. Cemal Paşa anlatıyor: “ Faysal Bey’in bu hareketinin benim elimden kaçıp kurtulmak maksadıyla olduğunu derhal hissetmiş olmakla beraber, mademki bir kere Şerif Hüseyin ve evlatları tarafından aldatılmaya başlamıştım. Bu aldatılmakta nihayete kadar devam etmeği tercih ediyorum. Bir müddet düşündükten sonra pederinin yanına gitmek istemesine “Pekâlâ size izin veriyorum. Kendiniz mücahitleri benim namıma Medine’de karşılayarak buraya getiriniz. Ben onların trenle nasıl sevk olunacaklarına dair gereken talimatı ilgililere veririm” dedim. Sözlerimi dinlerken Şerif Faysal’ın gözleri parlamıştı. Ve benim elimden kurtulduğundan dolayı sevincini gizleyemeyecek kadar da heyecanlanmıştı.” [16] Şerif Faysal’ın bu şekilde kaçmasına nasıl müsaade edilir?[17]   SÜRRE ALAYI VE FERÂŞET ÇANTALARI   “Sözlükte “içine altın ve para gibi kıymetli eşyaların konulduğu kese” anlamına gelensurre kelimesi terim olarak her yıl hac döneminden önce genellikle Mekke ve Medine halkına dağıtılmak için yollanan para, altın ve diğer eşyaları ifade eder.”                “Surrelerin kaynakları arasında en önemlisi Haremeyn vakıfları idi. Osmanlı topraklarında mevcut hânedan mensuplarına ve devlet erkânına ait büyük vakıfların birçoğunun gelirlerinin bir kısmı Haremeyn’e tahsis edilmişti. Bunların dışında devlet hazinesinden, Hazîne-i Hâssa’dan ve ferdî bağışlardan önemli miktarda maddî destek gelirdi. Son dönemde bütün bu gelirlere rağmen gönderilecek surre miktarının yetersiz kaldığı yıllarda Galata bankerlerinden borç alınarak takviye yapılırdı. Vakıfların Evkaf Nezâreti çatısı altında toplanmasından sonra surre kaynağı ve sorumlusu bu nezâret oldu. Ayrıca hânedan mensuplarının, devlet erkânının ve halktan dileyenlerin hazırladıkları hediye ve paralar “ferâşet çantası” denilen, bir yüzünde gönderenin, diğer yüzünde alıcının adı ve adresi yazılı deri çantalara konularak Evkaf Nezâreti’ne teslim edilirdi. Bunlar da surre alayı ile gönderilirdi. Dönüşte bu çantalar, içinde Haremeyn’den yollanan hediyeler olduğu halde sahiplerine iade edilirdi. Bütün bunlar o yılın surre ve ferâşetdefterlerine kaydedilirdi. Kaybolan veya henüz bulunamayan defterler hariç XVI. yüzyılın sonlarından XX. yüzyılın ilk on yılına kadar 5000 civarında surre defteri mevcuttur.[18] Zaman zaman Sürre Alayı ve Kâbe örtüsünü taşıyan hâmil kervanı hazırlamanın maddi sıkıntı oluşturduğu da olmuştur. Bununla ilgili olarak, ilginç bazı uygulamalara da tevessül edilmiş olduğu görülmektedir. Vaktiyle Haremeyn ahalisinden İstanbul’a gelenler vükelâ konaklarına misafir olarak aylarca kalıp ev sahibini iz’aç ederler ve avdetlerinde külliyetli atiyye vermeğe de mecbur eylerlerdi. Bu halden bizar olan vükelâ' bunları evlerinde misafir etmek külfetinden kurtulmak ve atiyye ümidiyle İstanbul’a gelmelerine mahal kalmamak için her sene yüksek maaşlı memurların Mart aylıklarından «Haremeyn ikramiyesi» namiyle yüzde on nisbetinde kesilip Surre ile Hicaza gönderilmesi usulü konuldu. 1908 inkılâbına kadar devam eden bu usulün ilk tatbiki esnasında Safvet Paşa[19] Meclisi Âli Tanzimat azasındandı. Mart maaşı çıkıp da yirmi bin kuruş aylığından iki bin kuruş noksan verilince Safvet Paşa âdeti veçhile yüzünü gözünü oynatarak «Arab, avuç avuç zencefil macununu yiyip sabaha kadar sutuhda Allaha karşı si... etsün de ben niçin bir aylığımdan iki bin kuruş vereyim?» dedi. Fakat itirazına bakılmayarak kanun hükmü yerine getirilerek aylığından yirmi lira kesildi.[20]   İSYAN ESNASINDA YEMEN MÜFREZEMİZE SALDIRI 1916 Şerif Hüseyin’in isyanında, Eşref Sencer Kuşçubaşı 114 kişilik mürettebat ile Yemen’deki askeri kıtamıza para götürmektedir. Eşref Kuşçubaşı kafileyi ikiye böldüğünü, birinci kafilenin başına Yemenli Şeyh MehmedMezigir’i görevlendirdiğini anlatır. Şeyh Yemenli olması hasebiyle diğer kafile üyeleri de mücavir olabilecek, Arapçaya vakıf kimselerden oluşmaktadır. Hacdan dönen ve hacı bakayası bir kafile görüntüsü vermeye çalışır. Hazinenin tamamını birinci kafileye teslim ettiğini ve kendi kafilesi için “yirmi bin liralık bir para ayırmış idim” der.[21] Eşref’in başında bulunduğu 45 kişilik ikinci kafile, Hayber tarafında, Hüseyin’in oğlu Abdullah tarafından 2.000 kişilik asilerce sarılır. Eşref 45 kişilik müfrezesiyle, bu iki bin kişilik asilerle çatışır. Kafile şehit olur. Eşref ve 4-5 arkadaşı yaralı olarak teslime mecbur olurlar. [22] Aynı vakayı Kral Abdullah şöyle anlatır: “Hiç kimse ve herkes tüm gücüyle baskına katıldı. Türkler tamamen etkisiz hale getirildi ve Kumandanları Miralay Eşref (Kuşçubaşı) Bey esir alındı. Toplar, makinalı tüfekler ve sayısız ganimetlerle birlikte Emir İbnReşîd, Emir İbnSuud ve Yemen İmamı’na gönderilen hediyeler de ele geçirildi. Ganimetler içinde 38.000 cüneyh Osmanlı altını ve kurutulmuş yiyeceklerle bisküvi de vardı. Tuza bile muhtaç duruma düşen bizlere bu yiyecekler günlerce yetti”[23]   OSMANLI’DA SÜRRE ALAYI 400 YIL SÜRDÜ Hilafetin Osmanlıya geçtiği 1517 den itibaren düzenli Kâbe Örtüsünü havi Mahmil ve Sürre Ferâşet Çantaları gönderimi süregeldi. Osmanlı bu kutsal beldelere hürmet etti. Şam’da Cuma Namazı kıldıran İmam, Yavuz Sultan Selim’in de bulunduğu Camide hutbede “Hâkim’ül Haremeyn-iş-Şerifeyn” diye kendisinden bahsedince, Yavuz Sultan Selim müdahele ederek, kendisinin “Hâkim’ül-Haremeyn” değil, “Hâdim’ül Haremeyn” olduğunu ifadeyle, İmamın ifadesini tashih etmiştir. Gerçekten de, Osmanlı Sultanları bu kutsal beldeye hizmet etmişler ve her biri birer eser bırakmışlardır. Bugün dahi bir kısmı ayakta olan Kâbe’nin revakları Osmanlı Revakları olarak bilinir. Kâbe’nin damındaki altınoluk, Kanuni Sultan Süleyman’ın hediyesidir. Bütün bu hizmetler çabuk unutulmuş ve yıllar sonra bir densiz Arap, Medine Müdafii Fahreddin Paşa’yı Kutsal Emanetleri çalıp götürdüğünden bahsedebilmiştir. Sömürgeci Devlet idaresi altına aldığı yerlerden bir şeyler alıp götürür. Arabistan’da ne vardı ki Osmanlı onu alıp götürecekti? Aksine yıkıldığı son yıllara, Şerif Hüseyin’in isyanı üzerine yolların kapandığı 1916’ya kadar her sene Haremeyn’e “Sürre Alayı” ile Kâbe Örtüsü ve onunla birlikte Arap Kabile şeyhlerine yardımlar göndermeye devam etmişti. Osmanlı kendi parasıyla yaptırdığı “Hicaz Demiryolu” nu, İngilizlerin parayla kandırdığı cahil bedeviler bombalarla tahrip ettikleri için ayrıca bir de karakollar kurmuş, demiryolunu ve hacı kafilelerini kendi askeriyle korumak zorunda kalmıştır. [24]           [1]Son Sürre-i Humayun Emini Memduh Bey. (Kösoğlu Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken yy. İst-2008 Sh: 335) [2](Naci Kâşif Kıcıman, Medine Müdafaası sh: 67-68) [3]Kösoğlu, Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken yy. İst-2008 sh: 334 [4] Temize çekilmiş [5]Sultan MehmedReşad 3 Temmuz 1918 de vefat etmiş, Vahdeddin 4 Temmuz 1918 de tahta cülûs etmişti. [6]Kıcıman a.g.e. sh: 238-239 [7] Şerif Ali Haydar Bey. 1916 da Şerif Hüseyin’in isyanı üzerine, Onun yerine Mekke Emiri olarak tayin edilmişse de, Medine’den ileriye gidemediğinden göreve başlayamamıştır. [8](Naci Kâşif Kıcıman, a.g.esH. 78-80) [9] Bedeviler. [10] Kandemir, Feridun Medine Müdafaası, Nehir yy. İst-1991 sh:67 [11] George Stıtt, Son Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Anlatıyor, Kronik yy. İst-2018 sh:171 [12]Kösoğlu, Nevzat a.g.esh: 336   [13] Erden, Ali Fuad, Paris’ten Tih Sahrasına, Ankara- 1949 sh:53 [14] Kandemir, a.g.esh: 431 [15] Erden Ali Fuada.g.esh: 59 [16] Kandemir, a.g.e. sh: 34 [17] Kandemir, a.g.esh: 342, Bu değerlendirme,(soru)  Fahreddin Paşa’ya aittir. [18] TDVİA, Cilt 37. Sh: 567-569 [19]Mehmed Esad Safvet Paşa (d. 1814 - ö. 1883), Osmanlı hükûmetinde çeşitli nazırlıklarda ve II. Abdülhamit döneminde 4 Haziran 1878 - 4 Aralık 1878 arasında altı ay sadrazamlık görevinde bulunmuş bir Osmanlı devlet adamıdır. Tanzimat döneminin en mühim simalarındandır. Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi'nin dedesidir.) [20]Pakalın, Mehmed Zeki, Son Sadrazamlar ve Başvekiller IV. Cilt sh: 296 [21] Dr. Philip H. Stoddard, Hayber’de Türk Cengi, Arba yy. İst 1997 sh: 43 [22] Hayber’de Türk Cengi sh 55-57 [23] Kral Abdullah, Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik? Klasik yy. 4. Baskı İst-2006 sh: 128 [24] Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar 2. Cilt sh:240  
Ekleme Tarihi: 06 Eylül 2022 - Salı

OSMANLININ HİCAZ’DA SON YILLARI VE SÜRRE ALAYLARI

OSMANLININ HİCAZ’DA SON YILLARI VE SÜRRE ALAYLARI

İSTİRHAMNAME

Sultan 5. MehmedReşadile ilgili ayrı bir yazı yazacağım. Fakat yine ona ait son derece ilginç bir olayı burada zikrederek konuya girmem uygun olacak. O’nun dindar bir Padişah olduğu biliniyor. Son sürre Alayı 1916’da ancak Medine’ye kadar gidebilmiş, Mekke’de Şerif Hüseyin’in isyanı nedeniyle Mekke’ye girememişti.
“Bugünlerde, “Taraf-ı Sultâni”den Mekke-i Mükerreme ve Medine’ye gönderilmekte olan “Sürre-i Hümayun” ulaşmış ve fevkalade bir merasimle karşılanmıştı. Sürre-i Hümayun her sene Osmanlı Padişahı ve İslam Halifesi tarafından İstanbul’dan gönderilen, Kâbe-i Muazzama’nın hususi surette imal edilmiş yeni örtüsü idi ki, bununla birlikte Medine ve Mekke ahalisi ile civar kabilelere birçok para ve kıymetli hediyeler gönderilmesi de adetti. Askeri kıt’alar tarafından Mekke-i Mükerreme yolu açılacak ve Sürre-i Hümayun Emini, elindeki emanetleri ile Mekke’ye hareket edecekti.

 Dördüncü Ordu kumandanı Cemal Paşa, Sürre-i Hümayun’un mutlaka Mekke’ye ulaştırılması fikrinde idi. Bunun yarı yoldan geriye çevrilmesi, Türkiye Müslümanları üzerinde aksi tesir icra edeceğinden ve bu sebeple iktidar mevkiinde bulunan hükumet hakkında fena bir fikir hâsıl olacağından korkuluyordu. Daha birçok sebep ve amillerin tesiri altında Sürre-i Hümayun Emini,[1] uzun müddet Medine’de oturdu. Mekke yolunun açılmasını bekliyordu. Hâlbuki bu yolun ne vakit açılacağı belli olmadığı gibi, açılmak ihtimali ve emniyetle geçişin ne şekilde temin edilebileceği belli değildi. (Sürre-i Hümayun memurları daha sonra gayr-ı resmi olarak birer birer geriye dönmüşlerdir.)

Sürre-i Hümayun ile beraber Halife tarafından hususi bir memuriyetle Medine’ye gönderilmiş olan bir Şeyh Efendi’nin de geldiği ve Sultan Mehmed Reşat Han tarafından Peygamberimizin mübarek makberine arz ve takdim kılınmak üzere istirhamnâmeyi hâmil bulunduğu haber alınmıştı. Şeyh Efendi’nin Bursa Nakşibendi Tarikatı şeyhlerinden bir zat olduğu ve mektubun yazılması sırasında Padişahın fevkalade müteessir ve mahzun bulundukları, mektubu teslim ederken de “Ne yapayım, ben sözümü kimseye dinletemiyorum” buyurdukları işitilmişti. [2]

 

İSTİRHAMNAME NEYİ İÇERİYORDU?

Osmanlı Hakanı İslamın zaferini dilemekte ve eğer saltanatı döneminde ordusunun mağlup ve İslam dünyasının perişan olması mukadder ise bir an önce “ruhumun kabzolunması” için peygamberin şefaatini istemektedir.[3]

Aradan yirmi ayı aşkın bir zaman geçmişti. Bir Temmuz akşamında bütün karargâh zabitanı, başta Kumandan Paşa (Fahreddin Paşa ) olmak üzere sofradalardı. Bu sırada Yâver Birinci Mülazım Şevket Bey kırmızı bir kâğıt getirip kumandan Fahreddin Paşa’ya verdi.

Dikkat ettim; bu kırmızı kâğıt pek mühim ve pek mahrem şifrelerin halledilmiş, tebyiz olunmuş[4] suretlerine mahsustu. Paşa hiç kimseye bir şey söylemeyerek dikkatli dikkatli iki defa okudu.

Biraz bekleyiniz” diyerek sofradan kalktı. Makamına gitti. İki dakika sonra karargah mensupları, kışla zabitleri, menzil müstahdemini, civarda bulunan bütün zabitler resmi üniformalarıyla makamına çağrıldılar….

Hepimiz büyük bir heyecan içindeydik. Paşa gözlüğünü taktı, elindeki kırmızı kâğıdı açtı ve titrek bir sesle ağır ağır okudu.

Hakan ve Halifemiz Başkumandanımız Sultan Mehmed Reşat Han Hazretleri, müptela olduğu hastalıktan kurtulamayarak vefat etti. Vahidüddin Efendi HazretleriSultan Mehmed Hân-ı Sâdis” ünvanıyla “Taht-ı Hilâfet” ve “Saltanat” a cülüs buyurdular[5]

Paşa’nın odasından çıktık. Topluca yine sofraya oturduk. Hiç kimse karşısındakinin yüzüne bile bakmıyor, konuşmuyor, bütün başlar eğilmiş, düşünüyordu. …..Merhum Sultan Reşad’ın vaktiyle ettiği dua karşısında vefatının manasından ürküyorlardı.

Çünkü O’nun dualarını “Medine Müdafiileri”nin hemen hepsi biliyordu. Şimdi duacı hükümdarın cennete göçmesini, Hazret-i Peygamberin türbedarları nasıl te’vil edeceklerdi ?.. Müspet bir netice bulamıyorlar, menfi neticelere bir türlü yanaşmıyorlardı. Ne yapalım, Allah’ın huzurunda duanın son kısmı kabul olunmuş, kaza ve kader böyle imiş demeğe hiç kimsenin dili varmıyordu. Paşa’dan Mülazıma kadar hepimiz dalgın odalarımıza çekildik. Bu akşam çalışmak için, resmi işlerle uğraşmak için ne lüzum ne de imkân vardı. [6]

OSMANLI ALTINI İLE YAPILAN MUDARA

“Medine Muhafızı ve Kumandanı Basri Paşa idi. Bu zat ben Medine Muhafızlığında Askeri kalem muhafızlığında askeri kalem subaylığına başladığım zaman, yedi seneden beri Medine’de kumandanlık yapıyordu. O çevredeki bütün Şeyh’ülMeşâyih (şeyhler şeyhi), şeyh ve kabile reislerini şahsen tanırdı. Bunlar her sene belirli ay ve günlerde Paşa’yı ziyaret ederler, sadakatlerini arz eylerler atiye ve ihsanlarını alırlardı.”

“Bu ihsanlar, şeyhlere verilirken Basri Paşa beni yanına çağırırdı. Her şeyhin kabiledeki silah kuvvetine ve nüfus çokluğuna göre derecesini bilir ve atiyeleri ona göre verirdi. Bu Osmanlı Paşasının önündeki büyük kristal masanın altında biner liralık iki torba altın dururdu. Paşa kasten, bir ayağını bu binlik torbasının birisine, diğer ayağını da öteki torbanın üstüne basar ve her kımıldanışında altınlardan ses çıkartırdı. Bu durum, karşısında oturan şeyhler tarafından görülürdü.”

“Şeyhlerle sohbet tamam olunca, Paşa altın torbasının birini kucağına çeker ve şeyhlerin kendisince malum olan derecelerine göre, içinden bir avuç, orta avuç, yarım avuç alarak şeyhlere dağıtırdı. Bu zatlar birer birer ayağa kalkıp keselerini alırlar ve el öperek Paşa’nın huzurundan ayrılırlardı. Ben de şeyhlere yol gösterir ve onları uğurlardım. Amma, Paşa yerinden kımıldamazdı.”

“Şeyhler dağıldıktan sonra Paşa “Naci, yaz!” derdi. “Ne yazayım Paşa hazretleri?” Paşa düşünür: “Filan Şeyh’ülMeşayih idi. Ona dolu bir avuç altın verdim. Bu seksen lira tutar. Ona seksen yaz. Filan şeyh idi. Ona yarım avuç verdim. Bu da elli lira tutar.” Parmaklarının arasından altınlar taşarsa bunu bir avuç sayar ve seksen yazdırırdı. Bu esaslara göre üç parmağının ucuyla verdiği hediyenin tutarı, yirmi beş altın idi. Bu hesapla onun söylediği ve benim yazdığım pusulaları altın torbasının içine atar ve hesabı kapatırdı.”

“Medine’ye İstanbul Hükumetince tayin olunan yeni Emîr[7] bu tavrı takınmadığı için Hicaz Askeri harekâtında hiçbir faydası olmadı. Yani altının Hicaz’da nasıl kullanılacağını bilemedi ve bir bilene de sormadı. Kısa zamanda Lübnan’ın yeşil dağlarına ve soğuk suları başına döndü.”

“Hâlbuki isyanın gelişmesinde yegâne esas “altın” ve “erzak” idi. Hangi taraf ilk darbeyi vuruncaya kadar daha ziyade lütuf ve ihsanda bulunursa, Bedeviler o tarafa iltihak edeceklerdi. Daha sonra, Medine ahalisi ile Şimendifer hattı güzergâhındaki Araplara vagonlarla buğday, arpa vesaire verilmesi kararlaştırılmış ve hatta uzun müddet muhtelif istasyonlarda tevziat (dağıtım) yapılmış ise de, bu tedbir ancak erzak alan kabilelerin isyanlarını tehir etmiş ve “Haremeyn” arasındaki kabileler için pek geç kalınmış olduğundan bunlar açlık yüzünden çapulculuk maksadıyla hemen kâmilen âsi reislere iltihak eylemişlerdi.”[8]

Nâci Şerif Kıcıman’ın bu değerlendirmesine karşın, Yeni Mekke Emiri Şerif Ali Haydar, Sadrazam Talat Paşa’ya yazdığı mektupta vaziyeti şöyle açıklamakta:
“Urban[9] para hususunda pek arsız, ben bol keseden vermiyorum. Lüzumuna göre sarf ediyorum. Hüseyin’in maksadı onları idlal (saptırmak)  etmekmiş ve etmiş. Muvaffak olmuş ve pek çok sarf ediyor. Ben de diyorum ki “kim hizmet ederse ona vereceğim” kisveler giydiriyorum. Ziyafetler veriyorum. Yol uzun, bir uzaktayız. Hal ne olacak bilemiyorum. Kisve veremediğim olursa bir miktar para veriyorum. Bu suretle idare-i maslahat ediyorum. Çünkü düşündüm eğer bu kapıyı açacak olursam yanımdaki miktar ancak Medine’de sarf olunacak ve bütün Urban “para veriyor” diyerek akacak ve herkesi memnun etmek müşkül olacak. İşte bunun için tasarrufa mecbur oldum.”[10]

“Kabilelerin en temel ihtiyacı gıdadır. Bizim ise yeterli erzakımız yok. Aslını sorarsanız, şehir halkının erzak ihtiyacı bile güç bela karşılanabilmektedir. Ordunun hayvanları açlıktan can çekişiyorlar ve çok az paramız var. Kâğıt paranın Hicaz’da bir karşılığı yok. Sadece altın geçiyor. Öte taraftan İngilizler cömertçe herkese altın dağıtıyorlar. Binaenaleyh bedevilere altın üzerinden ödeme yapmamız olmazsa olmazdır.”[11]

“Arap kabileleri ve şeyhler arasında para çok etkili olmaktadır; Osmanlı cephelerinde savaşan askerlerine veremediği altınları çölde dağıtsa da, aynı yerlerde İngiliz altınları da dağıtılmaktadır; bu iki taraflı para akışının Osmanlı’ya bir faydasının dokunmadığı kesindir.”[12]

Bundan önce 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa’nın Süveyş Kanal’ına ve oradan Mısır’a girip, Mısır Müslüman halkının da isyanı ile İngilizlere bir darbe indirme düşüncesi vardır. Gerçekte İngilizlerin Süveyş Kanalını kullanarak Hindistan’dan asker sevkiyatını önlemek ve Kanal önlerinde İngiliz askerlerini meşgul ederek, Almanların yükünü hafifletmek maksadına yönelik Almanların teklifiydi, Kanal Harekâtı.

Şerif Hüseyin’in isyanından önce, üzerindeki şüpheleri dağıtmak maksadıyla “Hicaz’ın savunmasının Emâret tarafından yerine getirileceğini, binaenaleyh Mısır Seferi (Kanal harekâtı) için Hicaz fırkasının gönderilmesinde mahzur olmadığını, hatta Hicaz fırkasıyla beraber Emaret olarak da Mısır Seferine iştirak edeceğini bildirmişti.[13]

Şerif Hüseyin’in Kanal Harekâtına iştirak için, 1500 gönüllü devşirmesine müsaade edilmiş, bu gönüllüler için de talep üzerine 8 bin mavzer Medine’ye gönderilmişti. Yine bu maksatla iki defa 60.000 er altın , (toplamda 120.000 altın) Cemal Paşa’nın izniyle gönderildi.[14]

Şerif Hüseyin, çektiği telgrafta kendisinin Mekke’de kalmasının uygun olacağını söyleyerek, oğlu Ali Bey kumandasında bir kuvvetin Medine’ye hareket ettiğini bildirmesi, Ali Bey’in Medine’nin savunması için orada kalmasına izin istemesi de bir manevraydı. [15]

Mayıs 1916’da Kudüs’teki 4. Ordu karargâhında, Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’la görüşen Cemal Paşa, bir takım istihbarat bilgileri ışığında, Onu fırçalar. Faysal “ kardeşi Ali’yi Medine’den getirip elinizi öptüreceğim” diyerek gitmesine izin ister. Esasında isyana yeltenecek olan Faysal, Cemal Paşa’nın elinden kurtulmak istemektedir. Cemal Paşa anlatıyor:
“ Faysal Bey’in bu hareketinin benim elimden kaçıp kurtulmak maksadıyla olduğunu derhal hissetmiş olmakla beraber, mademki bir kere Şerif Hüseyin ve evlatları tarafından aldatılmaya başlamıştım. Bu aldatılmakta nihayete kadar devam etmeği tercih ediyorum. Bir müddet düşündükten sonra pederinin yanına gitmek istemesine “Pekâlâ size izin veriyorum. Kendiniz mücahitleri benim namıma Medine’de karşılayarak buraya getiriniz. Ben onların trenle nasıl sevk olunacaklarına dair gereken talimatı ilgililere veririm” dedim. Sözlerimi dinlerken Şerif Faysal’ın gözleri parlamıştı. Ve benim elimden kurtulduğundan dolayı sevincini gizleyemeyecek kadar da heyecanlanmıştı.” [16]

Şerif Faysal’ın bu şekilde kaçmasına nasıl müsaade edilir?[17]

 

SÜRRE ALAYI VE FERÂŞET ÇANTALARI

 

“Sözlükte “içine altın ve para gibi kıymetli eşyaların konulduğu kese” anlamına gelensurre kelimesi terim olarak her yıl hac döneminden önce genellikle Mekke ve Medine halkına dağıtılmak için yollanan para, altın ve diğer eşyaları ifade eder.”               

Surrelerin kaynakları arasında en önemlisi Haremeyn vakıfları idi. Osmanlı topraklarında mevcut hânedan mensuplarına ve devlet erkânına ait büyük vakıfların birçoğunun gelirlerinin bir kısmı Haremeyn’e tahsis edilmişti. Bunların dışında devlet hazinesinden, Hazîne-i Hâssa’dan ve ferdî bağışlardan önemli miktarda maddî destek gelirdi.

Son dönemde bütün bu gelirlere rağmen gönderilecek surre miktarının yetersiz kaldığı yıllarda Galata bankerlerinden borç alınarak takviye yapılırdı. Vakıfların Evkaf Nezâreti çatısı altında toplanmasından sonra surre kaynağı ve sorumlusu bu nezâret oldu. Ayrıca hânedan mensuplarının, devlet erkânının ve halktan dileyenlerin hazırladıkları hediye ve paralar “ferâşet çantası” denilen, bir yüzünde gönderenin, diğer yüzünde alıcının adı ve adresi yazılı deri çantalara konularak Evkaf Nezâreti’ne teslim edilirdi. Bunlar da surre alayı ile gönderilirdi. Dönüşte bu çantalar, içinde Haremeyn’den yollanan hediyeler olduğu halde sahiplerine iade edilirdi. Bütün bunlar o yılın surre ve ferâşetdefterlerine kaydedilirdi. Kaybolan veya henüz bulunamayan defterler hariç XVI. yüzyılın sonlarından XX. yüzyılın ilk on yılına kadar 5000 civarında surre defteri mevcuttur.[18]

Zaman zaman Sürre Alayı ve Kâbe örtüsünü taşıyan hâmil kervanı hazırlamanın maddi sıkıntı oluşturduğu da olmuştur. Bununla ilgili olarak, ilginç bazı uygulamalara da tevessül edilmiş olduğu görülmektedir.

Vaktiyle Haremeyn ahalisinden İstanbul’a gelenler vükelâ konaklarına misafir olarak aylarca kalıp ev sahibini iz’aç ederler ve avdetlerinde külliyetli atiyye vermeğe de mecbur eylerlerdi. Bu halden bizar olan vükelâ' bunları evlerinde misafir etmek külfetinden kurtulmak ve atiyye ümidiyle İstanbul’a gelmelerine mahal kalmamak için her sene yüksek maaşlı memurların Mart aylıklarından «Haremeyn ikramiyesi» namiyle yüzde on nisbetinde kesilip Surre ile Hicaza gönderilmesi usulü konuldu. 1908 inkılâbına kadar devam eden bu usulün ilk tatbiki esnasında Safvet Paşa[19] Meclisi Âli Tanzimat azasındandı. Mart maaşı çıkıp da yirmi bin kuruş aylığından iki bin kuruş noksan verilince Safvet Paşa âdeti veçhile yüzünü gözünü oynatarak «Arab, avuç avuç zencefil macununu yiyip sabaha kadar sutuhda Allaha karşı si... etsün de ben niçin bir aylığımdan iki bin kuruş vereyim?» dedi. Fakat itirazına bakılmayarak kanun hükmü yerine getirilerek aylığından yirmi lira kesildi.[20]

 

İSYAN ESNASINDA YEMEN MÜFREZEMİZE SALDIRI

1916 Şerif Hüseyin’in isyanında, Eşref Sencer Kuşçubaşı 114 kişilik mürettebat ile Yemen’deki askeri kıtamıza para götürmektedir. Eşref Kuşçubaşı kafileyi ikiye böldüğünü, birinci kafilenin başına Yemenli Şeyh MehmedMezigir’i görevlendirdiğini anlatır. Şeyh Yemenli olması hasebiyle diğer kafile üyeleri de mücavir olabilecek, Arapçaya vakıf kimselerden oluşmaktadır. Hacdan dönen ve hacı bakayası bir kafile görüntüsü vermeye çalışır. Hazinenin tamamını birinci kafileye teslim ettiğini ve kendi kafilesi için “yirmi bin liralık bir para ayırmış idim” der.[21]

Eşref’in başında bulunduğu 45 kişilik ikinci kafile, Hayber tarafında, Hüseyin’in oğlu Abdullah tarafından 2.000 kişilik asilerce sarılır. Eşref 45 kişilik müfrezesiyle, bu iki bin kişilik asilerle çatışır. Kafile şehit olur. Eşref ve 4-5 arkadaşı yaralı olarak teslime mecbur olurlar. [22]

Aynı vakayı Kral Abdullah şöyle anlatır:


“Hiç kimse ve herkes tüm gücüyle baskına katıldı. Türkler tamamen etkisiz hale getirildi ve Kumandanları Miralay Eşref (Kuşçubaşı) Bey esir alındı. Toplar, makinalı tüfekler ve sayısız ganimetlerle birlikte Emir İbnReşîd, Emir İbnSuud ve Yemen İmamı’na gönderilen hediyeler de ele geçirildi. Ganimetler içinde 38.000 cüneyh Osmanlı altını ve kurutulmuş yiyeceklerle bisküvi de vardı. Tuza bile muhtaç duruma düşen bizlere bu yiyecekler günlerce yetti”[23]

 

OSMANLI’DA SÜRRE ALAYI 400 YIL SÜRDÜ

Hilafetin Osmanlıya geçtiği 1517 den itibaren düzenli Kâbe Örtüsünü havi Mahmil ve Sürre Ferâşet Çantaları gönderimi süregeldi. Osmanlı bu kutsal beldelere hürmet etti. Şam’da Cuma Namazı kıldıran İmam, Yavuz Sultan Selim’in de bulunduğu Camide hutbede “Hâkim’ül Haremeyn-iş-Şerifeyn” diye kendisinden bahsedince, Yavuz Sultan Selim müdahele ederek, kendisinin “Hâkim’ül-Haremeyn” değil, “Hâdim’ül Haremeyn” olduğunu ifadeyle, İmamın ifadesini tashih etmiştir.

Gerçekten de, Osmanlı Sultanları bu kutsal beldeye hizmet etmişler ve her biri birer eser bırakmışlardır. Bugün dahi bir kısmı ayakta olan Kâbe’nin revakları Osmanlı Revakları olarak bilinir. Kâbe’nin damındaki altınoluk, Kanuni Sultan Süleyman’ın hediyesidir.

Bütün bu hizmetler çabuk unutulmuş ve yıllar sonra bir densiz Arap, Medine Müdafii Fahreddin Paşa’yı Kutsal Emanetleri çalıp götürdüğünden bahsedebilmiştir.

Sömürgeci Devlet idaresi altına aldığı yerlerden bir şeyler alıp götürür. Arabistan’da ne vardı ki Osmanlı onu alıp götürecekti? Aksine yıkıldığı son yıllara, Şerif Hüseyin’in isyanı üzerine yolların kapandığı 1916’ya kadar her sene Haremeyn’e “Sürre Alayı” ile Kâbe Örtüsü ve onunla birlikte Arap Kabile şeyhlerine yardımlar göndermeye devam etmişti.

Osmanlı kendi parasıyla yaptırdığı “Hicaz Demiryolu” nu, İngilizlerin parayla kandırdığı cahil bedeviler bombalarla tahrip ettikleri için ayrıca bir de karakollar kurmuş, demiryolunu ve hacı kafilelerini kendi askeriyle korumak zorunda kalmıştır. [24]

 

 

 

 

 

[1]Son Sürre-i Humayun Emini Memduh Bey. (Kösoğlu Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken yy. İst-2008 Sh: 335)

[2](Naci Kâşif Kıcıman, Medine Müdafaası sh: 67-68)

[3]Kösoğlu, Nevzat, Şehit Enver Paşa, Ötüken yy. İst-2008 sh: 334

[4] Temize çekilmiş

[5]Sultan MehmedReşad 3 Temmuz 1918 de vefat etmiş, Vahdeddin 4 Temmuz 1918 de tahta cülûs etmişti.

[6]Kıcıman a.g.e. sh: 238-239

[7] Şerif Ali Haydar Bey. 1916 da Şerif Hüseyin’in isyanı üzerine, Onun yerine Mekke Emiri olarak tayin edilmişse de, Medine’den ileriye gidemediğinden göreve başlayamamıştır.

[8](Naci Kâşif Kıcıman, a.g.esH. 78-80)

[9] Bedeviler.

[10] Kandemir, Feridun Medine Müdafaası, Nehir yy. İst-1991 sh:67

[11] George Stıtt, Son Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Anlatıyor, Kronik yy. İst-2018 sh:171

[12]Kösoğlu, Nevzat a.g.esh: 336

 

[13] Erden, Ali Fuad, Paris’ten Tih Sahrasına, Ankara- 1949 sh:53

[14] Kandemir, a.g.esh: 431

[15] Erden Ali Fuada.g.esh: 59

[16] Kandemir, a.g.e. sh: 34

[17] Kandemir, a.g.esh: 342, Bu değerlendirme,(soru)  Fahreddin Paşa’ya aittir.

[18] TDVİA, Cilt 37. Sh: 567-569

[19]Mehmed Esad Safvet Paşa (d. 1814 - ö. 1883), Osmanlı hükûmetinde çeşitli nazırlıklarda ve II. Abdülhamit döneminde 4 Haziran 1878 - 4 Aralık 1878 arasında altı ay sadrazamlık görevinde bulunmuş bir Osmanlı devlet adamıdır. Tanzimat döneminin en mühim simalarındandır. Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi'nin dedesidir.)

[20]Pakalın, Mehmed Zeki, Son Sadrazamlar ve Başvekiller IV. Cilt sh: 296

[21] Dr. Philip H. Stoddard, Hayber’de Türk Cengi, Arba yy. İst 1997 sh: 43

[22] Hayber’de Türk Cengi sh 55-57

[23] Kral Abdullah, Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik? Klasik yy. 4. Baskı İst-2006 sh: 128

[24] Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar 2. Cilt sh:240

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve manisagedizhaber.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
petshop